31 Ocak 2011

Bank Asya 1. Lig, Haydi Herkes Stada

İlk yarı 8 puanla bittiğinde durum iç açıcı değildi. Ama ümitler vardı. Yılmaz Vural’a “İstediğin adamları alamayız, yolun açık olsun.” derken yönetim, bu sezonu bitirmişti kafasında. Biz buna pek ihtimal vermedik. Sonra yerine Fuat Çapa geldi. Böyle inancını yitirmiş bir yönetim ve 8 puana ancak bir yabancı hoca ya da memlekete yabancı bir yerli hoca gelirdi zaten. Karşıyaka’yı deplasmanda, Kırıkhanspor’u içerde gol yemeden geçince Çapa ‘takım savunmasını çözüyoruz’ tarzında ifadeler kullandı. Ancak takımın ligde tutunmak için her maçı kazanabilecek potansiyeli gerekiyordu ki bunu da yıllanmış Ersen veya ağır vasıta Azar ile yapmak mümkün değildi.

Forvet alınmadı, 2. yarı başladı. Antep geldi semte… Ortada giden maçta sol kulvarımızdan ofsayttan giren Ismael Sosa şık bir gol attı. Gol güzeldi ama ofsayttı, yardımcı göremedi! Maça başlarken takım nasıl alkışlarla karşılandıysa 2. yarı başlarken de öyle oldu. Maalesef takım maçı çevirmek adına pek bir şey yapamadı ve rakiplerin puanlar kaybettiği haftada alınacak galibiyetle yarışa yeniden girme durumunu yitirdik.

Buca’ya giderken artık ben de düştüğümüze inananlardandım. Oyuncular da öyleymiş; bunu ben demedim, Süha Sidal dedi… İnönü’de 5 yiyen takımdan 4 yedik (3’ü ilk yarıda). Santrafor almayı düşünmeyen Çapa artık itiraf etti: “Ligde kalmamız zor, ama imkansız değil.” Yanlış anlaşılmasın Keller’i oynatmasa dahi Fuat Çapa’ya tepkim yok, tepkim yönetime. Semtte de benzer hava hakim. Yekta’yı 3 milyon 750 bin avroya satan takım neden bir Fatih Tekke alamıyor, merak ediyorum.

Kupada çeyrek finaldeyiz, rakip İBB. Taraftarın tek beklentisi, kupada başarı kazanıp Avrupa’da ilk sefere çıkmak… Geçen yılki heyecan nerede, bu yılki hüsran nerede? En önemlisi aradaki fark nerede? Taraftar sezona başlarken ilk 10’a girer miyiz düşüncesi taşırken ligin dibinde buldu takımı. Antep maçının son bölümünde forma hakkı ve 90 yıllık efsanenin rezil edilmesi üzerine tepkiler vardı tribünde. 2007-2008 sezonunda küme düşmüştük ama maçlarımız Olimpiyat Stadı’ndaydı. Bu kez semtte göz göre göre küme düşüyoruz. Hafta içi yine Olimpiyat’tayız ama kupanın ilk ayağında İBB ile oynayacağız. Sonra lige döneceğiz; 2. yarının ilk 2 haftasında gol atamadığımız Süper Lig’de İBB’yi ağırlayacağız. Gol atıp atamayacağımızdan daha çok semtte oynanacak maç atmosferinde taraftarın tepkisini merak etmekteyim...

Lafın özeti; hani bir melodi vardı kulaklarda ve dillerde: “Bank Asya 1. Lig haydi herkes stada, 1. Lig Bank Asya!” diye… ‘Galiba yol göründü’ desek anlatır mı tabloyu?

Bir de ‘asansör takım’ muhabbeti var, değinmeden geçemeyeceğim. İstanbul’a 5 takım fazlaymış, Paşa’da stat dolmuyormuş. Bunu diyenler hiç Avrupa’ya bakıyorlar mı? Bunu diyenler hiç bu semtte maç izledi mi? ‘İstanbul’dan takım düşsün Anadolu’dan gelsin’ deniyor bir de… Diyarbakır değil miydi geçen sezon Süper Lig’de istenmeyen takım ilan edilen! İzmir’den Buca geldi, İzmir halkı bile sahip çıkmadı Buca’ya! Kimse kusura bakmasın, Süper Lig TBMM değil; oradan şu takım gelsin, şu bölgeden fazla takım var birkaçı gitsin. Diyarbakır da, Buca da, Altay da, Paşa da yakışıyor bu lige. Yakışmayan takım varsa o da İBB’dir. Ama hocası, oyuncusuyla değil; kaynaklarıyla, stadıyla, olmayan taraftarıyla!

10 Ocak 2011

4 Maç, 3 Ülke ve Pazar Keyfi

Dün bir futbol bayramı vardı ekranlarda. Saat 15.30’da FA Cup mücadelesi Manchester - Liverpool maçı açılış için uygundu. Maçta top daha Liverpool oyuncularının ayağına değmeden penaltıyı çaldı Howard Webb. İngilizlerin klasikleşmişlerinden olan Webb son dönemdeki tartışmalı kararlarından birine daha imza attı. Agger'in kovaladığı Berbatov kendini yere atınca verilen kararın dönüşü yoktu. Giggs penaltıdan golü attığında Liverpool yenen golün santrasında topla buluştu. Yarım saat geride kaldığında kaptan Gerrard, Carrick'e yaptığı faul sonucu kırmızı kartı görünce maçın sonucu netleşti. İkinci yarı zaman zaman etkili olmaya çalışan Liverpool’da Roy Hodgson’ın koltuğunu sezon sonuna kadar alan yardımcı antrenör Kenny Dalglish heyecanını bir kişi fazla rakip karşısında sonuca çeviremedi. Manchester nerdeyse pozisyon vermeden maçı 1-0 kazandı ve yoluna devam etti. Bir ara ekrana gelen Sir Alex Ferguson ise maçın tarafsız izleyicisi gibi rahattı.
Saatler 18’i gösterdiğinde bu kez bir başka Manchester temsilcisi Leicester’ın konuğuydu. Kulübün Araplara devriyle dünyaca ünlü yıldızları toplayan City’de İtalyan Roberto Mancini takımın başında. Adebayor’un yokluğunda sahaya çıkan Manchester City maça Leicester’ın şok golüyle adeta geride başladı. Tempolu oyunda yakalayabildiklerimiz Ankaragücü’nden giden Vassell (Leicester), Galatasaray’dan giden Jo (City) gibi isimler oldu. Viera gibi kalburüstü bir oyuncuyu da izlerken Edgar Davids’in son demleri aklımıza geldi. Leicester’ın başında gördüğümüz Sven-Goran Eriksson maçın başındaki temponun maç boyunca sürmesinin aleyhine olacağını tahmin edememiş olmalı ki devreyi 2-1 geride kapattılar. Bozuk zeminde oynanan müsabaka, bloklar arası mesafelerin sürekli daralmasıyla yüksek tempoda oynanırken 2-2’lik skor maçı Manchester’a taşıdı.
En son evinde Valencia’yı yenerken izlediğim Real Madrid karşısında, kötü deplasman skorları alan Villarreal’in sürprizini açıkçası bekliyordum. Barca’dan 5 gol yiyip dağılan Real Madrid maç kazandıran yıldızlarıyla maç kazanıyordu. Maç sonuçlarına bakıp Real’in çok iyi olduğunu düşünenler, maçı bütün olarak izleyince hayal kırıklığı yaşıyor olmalı. Villarreal orta sahasıyla hızlı girdi maça. Beraberliğe gelmedikleri belliydi ve bir deplasman takımı disiplini yansıtıyorlardı. Skor 1-1’e gelir gelmez tekrar golü düşünüp sonuca gittiler: 1-2. Mesut’un çok koşmasına rağmen Ronaldo ve Benzema’nın kötü performansları Madrid için baskı kurmayı engelliyordu. İlk yarının sonlarında Alonso’nun gollük ortasına kafayı vuran Ronaldo maçta 2. golünü kaydetti: 2-2. İkinci yarıda dünya takımı ve ev sahibi olduğunu hatırlayan Real Madrid’de Mesut takımı yönetiyordu. Jose Mourinho baktı ki baskının meyvesini yiyemiyor, 70’te Albiol’ü çıkarıp sakatlıktan dönen Kaka’yı sürdü sahaya. Ramos, Carvalho, Khedira üçlüsüyle sallanan Madrid savunması S.O.S verirken sahanın gizli kahramanı Ronaldo ofsaytta olduğu pozisyonda dönüp golünü attı. Villarreal’in itirazları, teknik direktör Juan Carlos Garrido’nun atılması derken Ronaldo bu kez klas bir asistle Kaka’ya golü attırdı. Bu golle Villarreal kulübesinin arkasındaki taraftarlarına koşan Mourinho saha kenarını biraz karıştırdı. Sonuçta Villarreal de Madrid’de teslim oldu: 2-4.
Ve son maç 21.45’te Napoli’deydi. Zirveyi kovalayan ancak bu yoldaki rakiplerine kaybeden Napoli, Luca Toni takviyeli Juventus’u ağırladı. Güney Afrika’daki Dünya Kupası’nda öne çıkan yıldızlardan olan Cavani 3 kafa golüyle Juventus’u devirdi. Ronaldo gibi Cavani de yaptığı hat-trickle Napoli’yi galibiyete taşıdı. Bu maçta da Juventus formasıyla Serie A’ya dönen Luca Toni’yi, Sırp Krasic’i izledik. Napoli tribünleri dolarken kalede tanıdık bir yüz Morgan De Sanctis vardı. Bu maçı izlerken aynı saatlerdeki Levante – Valencia maçına da göz attığımız için detaylı analize girmiyoruz. Ancak Del Piero'nun maça kulübede başlaması bizi üzdü. Milan’ın 4-4’lük skorla Udinese karşısında puanı son anda kurtarmasıyla İtalya’da lig geçmiş yıllara oranla daha çekişmeli geçecek görünüyor.

3 Ocak 2011

Batuhan'a Rağmen

Kasım ayındaki yükselen performansın ardından yeşereceğini sandığımız umutlar Aralık yağmurlarında toprağa karıştı. Ligin son 3 maçında Galatasaray, Bursaspor ve Eskişehirspor’a kaybettik.

Kötü oynanan Galatasaray maçından sonra karlı zemindeki Bursaspor maçında 3 puan bile alabilecekken kaleci Tolga’nın jeneriklik yediği golle 2-1 kaybettik. 8 puanla lig bitmez diyerek kardeş takım Eskişehirspor’dan 3 puan alabilmeliydik.

Maçın heyecanından çok dostlarımızın İstanbul’da ağırlanması önemliydi. Taksim’de buluşuldu, coşku başladı. Meydanda başlayan gösteri İstiklal Caddesi’nde devam etti. Kasımpaşa’ya kadar süren yürüyüşün en ilgi çekici unsuru Bando EsEs’ti. Onlar çaldı, taraftarlar eğlendi. İki takımın binlerce taraftarı düşman çatlatırcasına geldi stada.

Maç öncesi karşılıklı tezahüratlar, takımların rakip tribünlere çağırılması ve Bando EsEs’in ilk deplasman tribün heyecanı vardı. Maç başladı, Paşa etkisizdi. Ortada giden maçta dakikalar 40’ı gösterdiğinde Batuhan Merthan’ın ayağına kasti şekilde basmış, gelişen pozisyonda boş kalıp golü atmıştı. Yardımcı hakemin gözünün önündeki bu pozisyonda bayrağı sallamaması Batuhan’ın kırmızı kartını atlattırıyor, Paşa’yı da centilmen olmayan bir golle 1-0 geride bırakıyordu. Batuhan yayıncı kuruluşun kameralarına yakalandı. Beşiktaş’ta tutunamayan medyanın ilgi odağı çocuk dostluğa gölge düşürecek bir harekette bulunmuş ve maç boyunca top ayağına her geldiğinde Paşa tribünleri tarafından ıslıklanmıştı. 85’te oyuna giren Ümit Karan'ın 89’da attığı gol skoru tayin etti: 0-2.

Maç sonu Batuhan’a ve hakemlere tepkiler vardı. Tribünlerdeki dostluk görüntüleri devam etti. Beyoğlu’nun çocuğu Veysel Sarı da alkışlarla soyunma odasının yolunu tuttu. Gözler Yılmaz Vural’daydı. Bu sezon ne yönetime ne de hocaya toplu bir haykırış olmadı hiç. Birkaç kişi öfkesini bağırarak hocadan çıkarıyordu. Basın toplantısında rakibin ilk golüne atıfta bulunan Yılmaz Vural ve attıkları gole sevinemediklerini söyleyen yardımcı antrenör Sefer Yılmaz’ın açıklamaları durumu iyi özetliyordu. Ortada giden maçı Batuhan çevirdi, Paşa 8 puanla son sırada ilk yarıyı bitirdi. Sonra beklenen oldu: Yılmaz Vural ayrıldı…

Son olarak en çok merak ettiğim, Avrupa’da gördüğümüz gibi net olarak tespit edilmesine rağmen Batuhan’ın TFF tarafından neden cezalandırılmadığı oldu. Peki bu çocuğun yaptığı yanına kar mı kalacak? Eğer öyle olacaksa, Eskişehirsporlulara da soruyorum, “Hani kardeştik?”

NOT: İlerleyen günlerde ilk yarıya bakış ve Yılmaz Vural’ın ardında bıraktıkları ile ilgili yazılarımı paylaşacağım…